'''ÇEVRECİLİK ANLAYIŞIMIZDA KAPIMIZ, SİYASET DIŞI VE TARAFSIZLIK İLKESİNDE OLAN HERKESE AÇIKTIR'''

MAVİ SU

M_a18

MAVI SU

Ben sana yalan söyleme demedim mi? Özellikle kendine!.. haydi doğruyu söyle bana… sen hep burada mıydın?
Kendini unutalı ne kadar oldu söyle? duruyormu hayallerin, onlara ulaşabilme umudun varmı hala? yoksa hala tırmanıyor musun? karanlığında bana yer ayırma boşuna, ben gelmem izbe yerlere… yaşanmamış düşlerin var mı sence söyle… Çek cezanı… yaşanacak
zamanlara ihanetinin cezasını çek… tabi bunu farkına varabilirsen.
Elbette bir oyun bu… hayat denen oyunu ne sanıyordun? taa sonuna kadar kimsenin kimseyi gerçekten sevmediği, veya yanlış kişiyi sevdiği, yada doğru insanı bulup sevdiğinde artık çok geç kalınmış olunacağı bir oyun.

Söyle, şu yaşadıklarım dediğin de ne? hoyratça tükenişlerin ardından tutulacak matemleri görmezden gelmek değil de ne? bir şeylere ihtiyacın varmı? biraz sevgiye ve özgürlüğe mesela! çok mu uzakta? biliyorum o taşlaşmış insanlarla dolu kaldırımlar, kilitlenmiş ruh hastası trafik, büyük bir sorun senin için.
Olsun bozma moralini, beni hisset, bütün bunlara rağmen ben yaşamayı hiç bir zaman ertelemedim…  yaşanmamış şeyleri yaşamaktan korkmadım… korksam da vazgeçmedim…. onlar… o senin etrafındakiler!… onları mı örnek alıyorsun kendine? yoksa onlar kendilerini sana zorla bizi örnek al diye mi sarmışlar yaşamını? onlar, yaşanmamış yaşamları boyunca sevgi, hülya, heyecan, arzu, haz ve mutluluk adına ellerine ne kadar fırsat geçmişse, görmezden gelmenin uydurma azameti uğruna, hepsini hoyratca harcayıp… ve sonra da bu yaşanmamış anıların ağırlığı ile kör olmuş insanlara benzememen için, sana hep seslendim, hep.
Başkalarının zillerini çalma, hayatındaki gölgelerden korkma demedim mi? gel benimle, gün batımlarından sonra havanın kararmadığı bir yer var… sana hep ‘gel oraya gidelim’ demedim mi?
Bu kentin insanları taşlaşmış… sadece düzmece dokunuşlar, avuçlamalar ve yanlızca nakit ödenen aşklar var burada… hiç kimse hiç bir şeye sevdalı değil…burada her şey, ama her şey sadece satın alınıyor.

Burada hiç kimse seni yaşamıyor… bu güne kadar nice coşkular insan ağzından çıkan kötülüklerle parçalandı ve parçalanmakta,bilmiyor musun? yaşanmamışlığın susuzluğunu yaşamaya koştuğunda bu hep böyle olur orada.

Düşünsene bir hayat hiç yaşanmadığı gibi hatırlanabilir mi? hep böyle yaşanmamış hikayelerinin özlemi ile boğulacak mısın? söylesene, hayal ettiklerini hayatından ve gerçeklerinden dışlamak diye bir hakkın olabilir mi?

Peki ama dostum hayatı, yaşamı gerçek yapan şey, onun hiç bir yalana ve yıkıma kanmaması ve
benzememesi değil mi?

Hayata monotonluk, yalan ve yıkım getirenlerin sonunu hiç göremedikleri bir tükeniş bu…hayatı tükenmez sanan aymazlar onlar…gerçekte bütün yapabildikleri iki büklüm oturmak…kirli bir akıntının içinde sürüklenmekle geçen onca yılın ardından, belki bir gün hala yüzebilecekleri kanısındalar ama malesef bütün yapabilecekleri bulundukları yerde debelenmekten ibaret.

Görmüyormusun artık geriye kalan azalmış zamanların, gelip gidip sana çarpmakta ve her çarpışta bir parçanı alıp götürmekte…ne işin var senin o bir çöküşün kültürsüzlüğünü yaşayan taşlaşmış insanların arasında.
Haydi, fırla kalk ayağa, insan kendi dört duvarı arasında hiç bir şeye rastlayamaz.

Yaşamınızdaki bu cehennemin görünürde birdenbire, ruhunuzda ise yavaş yavaş yok olup gideceği bir yer var, evet var…hemde yakınında.

Ah bilemessiniz,ışıl ışıl deniz geceleri bu dünyadan öyle uzaktır ki…şehirlerdeki gibi gündüzün taklidi geceler değildir o geceler…süt beyaz camdan yapılmış koskoca bir ampul gibi parlayan dolunayın aydınlığı vardır orada…
yakamozların kıvılcımları içinde gidersiniz…denizleri şıırrt şııırrt diye yırtarak gider kayığınızın balta baş bodoslaması… evet işte orası… ben oraya ”denizler ülkesi” diyorum.

Orada bütün cennetlerin rüzgarlarıyla sevişip sizi koynuna çağıran bu mavi su benim olmalı dersiniz…bu deli denizin o gümüşi ışıltılarıyla öpüşerek gelen meltemler benim olmalı dersiniz…başınızı uzatıp ciğerlerinize çektiğiniz rüzgarlarla orsa eden bir kayığım olmalı dersiniz.

Hayır, bir yerden bir yere gönderilen bir kargo paketi gibi, doğumdan ölüme gönderilmek,ne büyük bir haksızlık.

”-Bu ömür senin ömrün” diye esiyor rüzgarlar, ”-onu karartma gel, ufuklara doğru yuvarlanan köpüklü
dalgalarla oynayalım gel…

O iyot kokan nefesi ve sesi ile sana aşık olmak için yanına çağıran şahane bir kadın gibidir deniz…gel,niçin

orada bir taş, bir moloz yığını gibi duruyorsun gel…yaradılıştaki Tanrısallığın gönüller dolusu güzellikleri vardır

o maviliklerde…ne tapınaklarda ne mabetlerde ne yatırlarda ne türbelerdedir o gönüller dolusu güzellikler…

Tanrının baş yapıtlarıdır o güzellikler…

O mavi su ki, beni dalga dalga sevince içimde türküler doğar, birden şair olurum…”kalk tekne kalk” diye bağırırım ”yalpanı vur şöyle bir, sonra al güna aleme doğru bir demir” Gönlüm ve ruhum böyleyken, engin gecelerin milyarlarca yıldızı bana gözlerini kırparak, adalar denizinin yolunu gösterirken…hiç dururmuyuz biz yerimizde…ben ve o…ben ve kayığım…birden…iri kanatlı kapılar ardına kadar açıldı, baltabaş bodoslamalı teknem denizi görünce yeni doğan bir bebek gibi nefes aldı… yelkenleri esen ılık rüzgarla tanıştı, kımıldadı, can bulmaya başladı…ve o anda tam önünde,en saf, en duru maviden pırıl pırıl ışıldayan o sonsuz enginlik bize rüzgarlarla şarkılar söylemeye başladı… Teknem kızakta denize inerken…kıyıya sokulan munis dalgacıklar sudan dudaklarını uzatıp uzatıp teknemin omurgasını ve benim ayaklarımı öpüyorlardı…ne şuh, ne edepsiz, ne baştan çıkarıcı bir davetti bu…”seni sürtük” diye mırıldandım denize ”fahişem, yosmam, kadınım.”

Sonra… hiç kimse elleri ile itmeye kıyamadı kayığımı…bir zamanlar yunus olan tüm deniz insanları, gönül gücü ile yapılmış kayığıma göğüslerini yasladılar, onu göğüsleri, kalpleri ile itmeye başladılar…ve denize değen kayığım ıslandı…suya dokundu,suyu öptü,su da onu öptü…deniz onu koynuna aldı, o’da denizin koynuna girdi, birbirleri için yaratılmış bu iki can, bir daha ölüm onları ayırana dek hiç ayrılmamacasına hayat arkadaşı oldular, Tıpkı evlendikleri ilk gece, sevdalı olduğu eşini arzuyla, şevkatle ve aşkla koynuna alan taze bir gelin gibiydi deniz.

Yazar Hakkında

Benzer yazılar