'''ÇEVRECİLİK ANLAYIŞIMIZDA KAPIMIZ, SİYASET DIŞI VE TARAFSIZLIK İLKESİNDE OLAN HERKESE AÇIKTIR'''

BÜYÜK KAPTANIN ARDINDAN

Can Pulak
Can Pulak

Türkiye’nin sivil amirali, yedi denizlerin fatihi, ülkemizin gerçek çevrecisi Sadun Boro’yu sonsuzluğa uğurlamamızın üzerinden tam bir yıl geçti.

O bir Türkiye sevdalısı, o bir Gökova aşığı, o bir çevre savaşçısıydı.Ömrü böyle geçti. Dilediği gibi yaşadı, dilediği yerde gözlerini kapadı, dilediği yerde toprağa verildi. Vasiyeti, Okluk’ta demirlediği 8 numaralı çam ağacının tepesine gömülmekti. Bakanlar Kurulu kararı çıkar çıkmaz, bu vasiyeti yerine gelecek.

Gökova dediniz mi, yüreği ağzına gelirdi Sadun Baba’nın. O güzelim ormanların ve dünyada eşi yok dediği koylarımızın, vahşi rant iştahlarına kurban gitmesinden korkardı. Buraların siyasetçilerin ve bürokratların hataları sonucu heder edilmesinden ürkerdi. Geceleri gözüne uyku girmezdi anlayacağınız.

Gençler belki hatırlamayabilir,Sadun Boro pusuladan başka cihazın bilinmediği dönemlerde KISMET adlı teknesiyle dünyayı gezmiş, bayrağımızı okyanuslarda gezdirmiş ve milletin göğsünü gururla kabartmış bir denizcimizdir.Yarım asıra yaklaşan bu büyük başarının sahibi, son nefesine kadar denizlerde yaşamış, dolaşmış, deniz ve ormanlara, özetle tüm doğamıza sahip çıkma savaşını azimle sürdürmüştür.

Birlikte geçirdiğimiz ve doğal değerlerimizin korunmasında  kenetlendiğimiz uzun yıllarda, ülkeyi yönetenlere denizin, koyların ve ormanların sorunlarını anlatmaya çalıştı. Raporlar verdi, geliyorum diyen tehlikeleri Başbakanlara, Bakanlara ve Valilere, Kaymakamlara, Belediye Başkanlarına, üst düzey bürokratlara yıllarca anlattı. Olmadı, gazete ve dergilere yazılar yazdı, televizyonlara çıktı. Her cephede dil döktü, savaştı adeta.

Usta yazarları kıskandıracak mükemmellikte bir kalemi vardı. Bu kalemi hep ülkesinin çıkarları  paralelinde kullandı. Her biri Üniversitelerde ders olacak değerde kitaplar, makaleler yazdı. İstedi ki, millet ve özellikle gençlerimiz denizi sevsin, doğayı korusun,o muhteşem varlıklarımızın kıymetini bilsin. Bunun için uğraştı, didindi, 87 yaşına kadar çırpındı Sadun ağabeyimiz.

Gökova’nın ormanlarında yürürken,denizlerinde yüzerken,bir ömür peşinde koştuğu sorunların çözülememesine çok üzüldüğünü söylerdi. Hele denizi koruma adına getirilen komik kararlara kahrolurdu. Denizi bilmeyenlerin, tanımayanların, öğrenme zahmetine bile katlanmayanların çıkardıkları kararnamelere, genelgelere feci halde bozulurdu.

Son yıllarda devletin ilgili memurlarına yerinde bilgiler verdi. Onlara koyları gezdirdi. Sorunların çok  basit önlemlerle ve kolayca çözülebileceğini usanmadan anlattı. Bürokratların hepsi notlar aldılar, gereğini yapacaklarını söylediler ama, Sadun Ağabeyin dediklerini değil,kendi sığ görüşlerini geçirdiler hayata.

Hayata gözlerini yummadan iki ay önce  Gökova’da buluşup, koylarda ve ormanlarda gezinerek dertleşmiştik. Güneşi batırdıktan sonra, bizim evde elleriyle hazırladığı ahtapotlu makarnayı birlikte yemiş, iki duble rakının duygusallaştırdığı kafalarla geçmişin muhasebesini yapmıştık. Evet, doğanın korunmasında az da olsa belli mesafeleri alabilmiştik ama, denizlerin korunmasında ve kirliliğin önlenmesinde bir arpa boyu yol bile gidememiştik. Gecenin sonunda ortak kararımız bu oldu.

Sadun ağabey son orman yürüyüşümüzde ‘’Bak Can’’dedi..

-Bir söz ver bana. Eğer gücüm takatim tükenirse, denizi ve koylarımızı korumaya ve hele Gökova’mızı kimselere yedirmemeye çalış. Onu gözün gibi koru. Bunu senden istiyorum. Ben artık yoruldum. Ömrüm yetkililere dert anlatmakla, nefes tüketmekle geçti. Artık bu yaşımda (87) karşılarında eğilmek, bükülmek, çare üretmek ve yol göstermek istemiyorum. Dinlemiyorlar, kendi bildiklerini yapıyorlar çünkü. Söz mü, sürdürecek misin mücadeleyi..?’’

Benzer şeyleri Fatih Çekirge’ye de söylediğini biliyorum, Meriç Köyatası’na da… Elbette söz Sadun Ağabey, hem de son nefesimize kadar. Bayrağı bıraktığın yerden ileriye taşıyacağımıza namusumuz ve şerefimiz üzerine söz veriyoruz.

Yaşasaydı, birlikte Ankara’ya gidecek, devletin en tepesinde oturanları ziyaret ederek, Cumhurbaşkanına ve Başbakana denizin ve doğanın sorunlarını anlatacaktık. İmdat diyecektik bir yerde. Sonra da Ankara Gazeteciler Cemiyetinde ortak bir basın toplantısı yaparak, görüşlerimizi kamuoyuyla paylaşacaktık. Birlikte son görevimiz bu olacaktı.Bu kararı 2015 yılbaşında almıştık.Ama kader uygulamamıza izin vermedi.

Sadun ağabey denizi sevenlerin,doğaya düşkünlerin,bizlerin ve bizler gibilerin önderiydi, hocasıydı, profesörüydü. Ondan çok şeyler öğrendik, çok faydalandık. Aldığımız derslerden en çarpıcısı, Gökova’da yaşadığımız için Allah’ın sevgili kulları olarak çok şanslı sayılmamız, diğeri ise dünyanın en zengin insanlarından daha zengin olmamızdı. Paralı ve zengin insanlar, bizim doğada yaşadığımız şahane hayatı yaşayamıyorlar, doğal beslenemiyorlar, oksijene ve güneşe hasret yaşayarak tüketiyorlardı ömürlerini. ’’Ben holding sahibi değilim, öyle param pulum yok ama, onlardan çok daha zenginim.’’ diyordu Sadun Baba.

Türkiye büyük bir değerini kaybedeli bir yıl oldu. Bir yıldız daha kayıp gitmişti ülkemizden.Ama inanıyorum ki, Sadun ağabey yaşıyor, yaşayacak. Gökova’ya baktığımızda, ormanın yeşiline,denizin mavisine gözümüzü diktiğimizde hep onu göreceğiz.

 

Rahat uyu, her şey için teşekkürler Sadun Baba. Eserlerin rehberimiz olmaya, koruyucu işaretlerin hedefimiz görülmeye devam edecek.

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir